Sunday, January 17, 2016

Ağla Samsun, ağla kimse ayıplamaz




Biz çocukken, genç ölmek meseleydi. 

Çok büyük meseleydi. Genç ölümlerin öyle hemen üstesinden gelinemezdi. Hayat, öyle hiç bi şey olmamış gibi devam edemezdi. O zamanlar büyükler yas tutmayı da isyan etmeyi de bilirdi.

Biz çocukken, genç ölmek meseleydi. Çok büyük meseleydi. Üstünden atlanıp geçilmezdi. Ağır ağır yürünür;ağrısı, sancısı, acısı efendi gibi yaşanırdı. Öyle gördük. O yüzden çok derindir bizim kuşakta genç ölümlerinin bıraktığı izler.

20 Ocak 1989 günü, babamın yasını ve gözünün yaşını gördüğüm gündü. Ajansı seyrediyordu. Seyretmek olur mu ajansı alıyordu. “Şekerpancarı yüklü kamyon” diyordu ajansta. “Olacak şey değil. Facia bu” dedi babam, dondu kaldı televizyonun karşısında.

Yıkıldı demek daha doğru sanırım. Kimseciklerin ilan etmesine filan gerek yoktu, o kuşak, kendi yasını kendisi ilan ederdi. Annem hiç ellemedi, beni yanından aldı, içeri gittik.

On iki yaşındaydım.

On iki yaş, ölümden konuşmak için uygun bir yaş değildi o zamanlar.

On iki yaş, ölmek için uygun bulunuyor hâlbuki bu zamanlalar.

Sonradan öğrendim, o sabah Samsunspor kafilesi Malatyaspor maçı için yola çıkmıştı. Aynı sabah, aynı saatlerde, aynı şehrin takımı olan Çarşambaspor’un Diyarbakır deplasmanı için çıktığı gibi. İki takım otobüsü; yolda ara ara karşılaşıyor, otobüsten otobüse eller sallanıyor, selamlar veriliyor, şakalaşılıyordu. Sonra, yol hali, aralarına mesafe girdi.

Çarşambaspor kafilesinin, Samsunspor kafilesi ile bir sonraki karşılaşması, babamın facia dediği şeydi. İçinde 17’si futbolcu 23 kişinin olduğu Samsunspor otobüsü, Havza çıkışında, şeridine giren bir kamyonla kafa kafaya çarpışmıştı.Şekerpancarı yüklü bir kamyonla. Bu manasız ayrıntıyı hiç unutamam. Kulağımda çınlar durur.

Çarşambasporlular arkadaşlarını şarampole yuvarlanmış halde buldular. Kan donduran bir deyim vardır “Can pazarı”diye. Öyle işte. Koşar ilk müdahaleyi onlar yaparlar, bir yandan ağlayıp bir yandan yaralı arkadaşlarını taşırlar, hastaneye yetiştirirler, kan verirler. Kimine can verirler, kimine veremezler.

Teknik direktör Nuri Asan, futbolcular Muzaffer Badalıoğlu, Mete Adanır ve şoför Asım Özkan Havza Devlet Hastanesi’nde hayatlarını kaybederler. Yugoslav futbolcu Zoran Tomic, ailesinin isteğiyle götürüldüğü memleketinde, altı ay komada kaldıktan sonra hayatını kaybeder. Hayatta kalanların birçoğu ağır yaralanmıştır, bir kısmı geri dönüşsüz sağlık sorunları yaşar. Malulen emekli olanlar olur.

Şehrin acısı tarifsizdir. Kepenkler iner, gazetelerde “Ağla Samsun, aslan gibi gençlerini kara toprağa verdin, ağla kimse ayıplamaz!” yazar. O sezon, ligin Onur Şampiyonu ilan edilen Samsunspor, kırmızı-beyaz olan renklerine, yaşanan bu acının ardından “siyahı” ekler.

Bu satırlar, yirmi yedi sene önce bu zamanlar o faciada hayatını kaybedenlerin anılarına, hayatta kalanların acılarına saygı duruşu olsun.

Spor yaşamları sırasında; maçta, antrenmanda, müsabaka yolunda hayatını kaybeden tüm sporculara saygı duruşu olsun.

Kimi zaman doğaya, kimi zaman fizik kurallarına kafa tutan, sağlıklı bedenleriyle ölüme çok uzakmış gibi görünen ve fakat genç ölen tüm sporculara saygı duruşu olsun.


Sunday, January 10, 2016



Koca İspanyol Edebiyatı, Antonio Gades dans etsin diye varolmuş bence. Lorca mesela, sanki onun için yazmış her karakterini, sırf Antonio Gades dans etsin diye. Bi kere Kanlı Düğün'ü kesin ona yazmış. Mümkünsüz başkası öyle Leonardo olamazdı. Mümkünsüz.


Kanlı Düğün, Carlos Saura, Antonio Gades, Cristina Hoyos, o şarkılar, o gelinlik, o filmdeki her şey akıl dışı. Hayatta seyrettiğim en şahane şey. Hâlâ.


Hele damadın anası, hele o düğün orkestrası, hele o Leonardo'nun karısı.


O nasıl "Hanım hanım düğünün kanlı biter, uzak dur kocamdan" demektir tek laf etmeden. O nasıl düğün basmaktır, o nasıl "Karın kocamla kaçıyo damat efendi" demektir.


Allah aşkına şu nasıl "Gitme" demektir şu nasıl "Gidiyorum" demektir. Şu nasıl her şeyi bırakıp aşka gitmektir.

Friday, January 8, 2016

İyilerin takımı



Geçen sene bu günlerde yazmıştım bu satırları, şimdi yine noktasına dokunmadan, dokunamadan demek daha doğru belki, bi daha okunsun istiyorum.

Dokunamadığım satırlardaki şu “Bugün, Metin Göktepe’nin, bir gazetecinin, bir spor salonunda öldürülmesinin, bedeninin o spor salonun kantinine bırakılmasının on dokuzuncu yıl dönümü” cümlesini “yirminci yıl dönümü” biçiminde tamamlamanızı rica ediyorum.

Marifet diye söylemiyorum, öyle olduğu için söylüyorum. eğer tanıştığım, sohbet ettiğim, çay içtiğim birinin, hangi takımı tuttuğunu bilmiyorsam ben, soramamışsam, didikleyememişsem iki olasılık vardır:

Ya dünyanın en şahane insanlarından biridir, ya da çok erken ölmüştür.

Metin Göktepe için ikisi de geçerlidir.

Hangi takımı tutuyordu öğrenemediysem o gün, soramadıysam, didikleyemediysem bu ikisinden sebeptir.

O kadar şahane bir insandı ki, tanıştığımızda “Bu kadar iyi insan olur mu?” diye düşünmekten futbol filan diye bik bik edemedimdi.


Üstünden başından güzellik akan biriydi.


İyilerin takımını tutuyordu zahir, belliydi. o niye takım tutsundu, bütün takımlar onu tutsa yeriydi. anlamam için iki bardak çay yetti.


“Spor salonunun duvarından düştü” dediler. 

Eyüp Kapalı Spor Salonu’nun. 


O duvar bizim gençliğimizin üstüne düştü.

Bizim kuşak ilk onu yitirdi.

İlk acımız. İlk yasımız. İlk gözyaşımızdır.

Bugün, Metin Göktepe’nin, bir spor salonunda öldürülmesinin, bedeninin o spor salonun kantinine bırakılmasının on dokuzuncu yıl dönümü.

Hiç azalmadı acısı.

Hiç unutmadık.

Hiç.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Öyle kapalı spor salonlarında filan değil, Metin Göktepe’nin adını taşıyan koca koca stadyumlarda maç izleyeceğiz bir gün biliyorum.

Her başını bir dağ başlangıcına koyanım



Arkadaş Z. Özger, Ocak 1971'de SBF yurdu'na yapılan polis baskınında ve gözaltında işkence görür, başına çok ağır darbeler alır.


İki yıl sonra, yirmi beş yaşındaki gencecik ölümünde bu işkencenin izi olduğu söylenir. Düştüğü yerde öylece yatar, günler sonra bulunur. ardından "erken öldük/ erken ölen mintanıyla gömülsün" denir.


Bugün doğum günüdür. "Ey benim yedi başlı kartalım/ her başını bir dağ başlangıcında koyanım" dizeleri ne biçimdir. Eşsizdir. Acayiptir.


Sekiz ocak, Arkadaş Z. Özger'in ve Metin Göktepe'nin aldıkları ağır darbelerin birbirine karıştığı gündür.

Saturday, January 2, 2016

Sporcular, kimi zaman doğaya, kimi zaman fizik kurallarına kafa tutan sağlıklı ve genç bedenleriyle ölüme çok uzakmış gibi görünürler. Arkalarında ince bir sızı bırakıp giderler. Çünkü sporcunun ölümü hep genç ölümdür. Ediz Bahtiyaroğlu, 5 Eylül 2012’de kalp krizi geçirdi. Yirmi altı yaşında hayatını kaybetti. Bugün doğum günü. Kanatlanıp uçtuğu yerde bahtiyar olsun.